İftarın ardından yaptığı konuşmada, Arakan’daki Müslümanların durumuna değindi.
Arakanlı Müslümanların bir temsilcisini İstanbul’da ağırladıklarını ve Ankara’da da konuk ettiklerini anlatan Görmez, onun anlattıklarına göre 15 Haziran’dan itibaren 50 bin insanın öldüğünü söyledi.
Görmez, siyasetin plan ve projeleri doğrultusunda dinler arası çatışmalara neden olduğunu ifade ederek, Budizmin mistik ve barışçıl bir din olarak tanımlandığını, buradaki çatışmayı da Budizm ve İslam çatışması olarak değerlendirmediklerini bildirdi. Görmez, buradaki siyasetin Budizm ve Müslümanlık arasındaki çatışmadan medet umduğunu belirtti.
Görmez, cuma günü Arakan’a yönelik bir kampanya başlattıklarını da bildirdi.
“DİYANET KİLİSE DEĞİL, ELEŞTİRMEK GÜNAH DEĞİL”
Medyanın dini hayatta olup bitenleri elbette dikkatle izlemesi gerektiğini anlatan Görmez, din adına, din bağlamında yanlış giden işlerin takipçisi olması gerektiğini, bunları İslami alanın belli başlı prensiplerini, ilke ve yönelimlerini bilerek yapmasının esas olduğunu kaydetti.
Görmez, hiçbir Müslüman’ın eleştiriden müstağni olmadığını, hiçbir kurumun da eleştiri konusunda imtiyazlı bir konuma sahip bulunmadığını belirterek şöyle konuştu:
”Ben her fırsatta ifade ediyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı kilise değildir. Diyanet’i eleştirmek günah değildir. Bilakis yapıcı eleştirileriniz size sevap kazandırır. Ancak haksız eleştirilerin de günah olduğunu söylemekte beis yok herhalde.”
Gazete ve televizyonlarda din eksenli tartışmalarda reyting kaygısı olmaması gerektiğini ifade eden Görmez, dinin bir pazarlık konusu olmaması gerektiğinin altını çizdi. Görmez, iftarlarla ilgili vatandaşların ve kurumların öneri ve tavsiyelere uyduğunu belirterek, bundan Diyanet İşleri Başkanlığı olarak memnuniyet duyduklarını söyledi.
“ŞATAFAT VE LÜKS MANAYI YOK EDİYOR”
Son yıllarda gerçekleştirilen iftar programlarında şatafat, lüks merakının bu günlerin manasını yok ettiğini anlatan Görmez, bu Ramazan’da gösterilen duyarlılığa teşekkür etti. Görmez, orucun nasıl başlayıp nasıl bittiğinden, astronomik tanımın nasıl gerçekleşeceğinden, fecrin tanımlarından, orucu nelerin bozduğundan ziyade oruca hangi kişilik yapısıyla başlandığı ve oruçtan çıkarken ahlaki açıdan neler kazanıldığının, bozulan kişilikleri orucun nasıl düzelteceğinin idrakine ermenin her şeyden daha önemli olduğunu söyledi.
Ramazan dolayısıyla oluşan dini duyarlılığı önemsemekle birlikte bu duyarlılığın bütün zamanları kuşatmasını temenni etmek gerektiğini vurgulayan Görmez, şöyle konuştu:
”İlmihal bilgilerini öğrenir ve buna göre yaşamaya çalışırız. Ancak, ilmihal bilgisi önemli olmakla birlikte bu bilgileri dinin esası yaparak, ilmihal bilgileri içinde olası ihtilaflar esas alınarak bütün bir Ramazanı bu ihtilafların konuşulduğu ay haline getirmenin hiçbir izahı yoktur. Ben çocukluk yıllarımdan itibaren hatırlarım, Ramazan’ın başından itibaren ‘sakız çiğnemek orucu bozar mı?’ sorusunu sormaktan kimse bıkmadı. Diyanet İşleri Başkanlığı da buna cevap vermekten bıkmadı. Üzülerek belirtiyorum. Bu meselelerde aslolan, derdi olanların bir araya gelerek önce ilmi açıdan bu konuları müzakere etmesi ve daha sonra sonuçları Müminlerle paylaşmasıdır. Yoksa, kişisel araştırmaları baz alarak bunu bir dayatma üslubunu pekiştirme amacıyla ‘Diyanet cinayet işliyor’ diyen kardeşlerimizi, insafla ve izanla, Ramazan’da Müslüman kanının aktığı bu dünyada niye bu cinayetler işleniyor diye düşünmeye davet ediyorum.”
“HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER DOĞUŞTANDIR”
Alevilikle ilgili tartışmalara da değinen Görmez, ”Haklar ve özgürlükler her insana doğuştan verilir ve toplum düzenini bozmamak kaydıyla bireylerin ve toplulukların bu hakları sonuna kadar kullanmaları esastır. Kanunların ve yasaların bu hakları kısıtlaması söz konusu olmayacağı gibi bu hakların verilmesi için bir referandum da söz konusu olmamalıdır” dedi.
Görmez, bu hakların başında inanma ve inancını istediği gibi yaşama hürriyeti geldiğini vurgulayarak, inançlar arasında tercih yapılmaksızın inanç gruplarına, inançlarının gereği hukuk düzeni içerisinde yaşama ve örgütlenme hakkının verilmesinin de temel insan hak ve hürriyetlerinin kapsamı içinde görülmesi gerektiğini kaydetti.
”Bugün Alevilik konusuyla gündeme gelen bütün meseleler, aslında din-devlet ilişkilerinde bu evrensel prensiplere göre konuyu başından beri ele alıp almadığımızla ilgilidir” diyen Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Bugün, Alevi sorunu olarak gündeme gelen konular, aslında Sünnilerle Alevilerin aralarında yaşadıkları ya da yaşamakta oldukları toplumsal bir sorun olarak tartışılan bir konu değildir. Tarih boyunca bir ve birlikte yaşamış olan ve gündelik hayatlarında herhangi bir çatışmanın yaşanmadığı toplum kesimleri, modernleşmeyle birlikte toplumun bir forma göre düzenlenmesinden kaynaklı uygulamalar sonucunda tepeden inmeci bir yaklaşımla tüm inanç gruplarını yok sayarak hareket etmesinden kaynaklı olduğu bir durum tespiti olarak ortaya konulmalıdır. Bu konuyu ele alırken bu geniş perspektifle bakarak ele alınması gerekmektedir. Yoksa, bir tarafta Sünniler ve Diyanet, diğer tarafta da Alevilik olup, bunlar birbirine karşıymış gibi takdim edilerek zihinleri, toplumsal kesimleri karşı karşıya getirerek teolojik bir münakaşanın, teolojik cedelin içine sürüklemek doğru değildir.”
“ALEVİLİK TARTIŞMASI HERKESİN MESELESİ”
Görmez, bu sorunun sadece Alevileri ilgilendiren bir sorun olmadığını belirterek, ”Türkiye’de Alevilikle ilgili tartıştığımız meseleler sadece Alevilerin değil, sadece Sünnilerin değil, hepimizin ortak sorunlarıdır” diye konuştu.
”Maalesef entelektüel zihinlerimiz, inanç özgürlüğü açısından modern devlet düzenlemesinde geçmişe göre neden daha kısıtlayıcı ve tekelci bir uygulamanın içine girerek inançlar üzerinde bir baskının oluşmasına neden olduğumuzu tartışmamaktadır” diyen Görmez, konuşmasını şöyle sürdürdü.
”Tarihsel koşullar gereği cumhuriyetimizin başında din devlet ilişkileri bağlamında belki zorunlu olarak uygulama alanına koyulan konular neden bir tabu haline gelerek bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen bu konular sağlıklı bir zihinle tartışılmamaktadır. Binlerce yıl bir ve beraber yaşamış olan sadece Alevi ve Sünni olarak değil, Nusayrisiyle, Yezidisiyle, Keldanisiyle, Süryanisiyle, Yahudisiyle, Melamisiyle ve daha nice din, mezhep ve inanç gruplarıyla bu geleneksel beraberliğimiz neden modern bir forma kavuşturulamamıştır. Neden bu topraklarda yaşadığı halde kendi inancını öğrenmek isteyen bir inanç mensubu zorunlu olarak başkaca bir ülkeye gider. Bütün bu sorunlar üzerine herkes kafa yormalı ve bu soruları çoğaltarak her birine modern hukuk açısından çözümler üretmelidir. Ancak bu çözümler üretilirken hiçbir inanç mensubu başkaca inanç mensubuyla karşı karşıya getirilmemeli ve birbirinin alternatifi olarak görülmemelidir.”
“DİYANET ALEVİLİĞİ TARTIŞMAYACAK”
Alevilik meselesini sürekli Diyanet üzerinden tartışmanın, sorunu çözmekten ziyade, sorunun derinleşmesine psikolojik katkı yaptığını ifade eden Görmez, konuşmasını şöyle tamamladı:
”Bu bağlamda yapılan tartışmanın içinde biz Diyanet’i bundan böyle görmek mümkün olmayacaktır. Bu yapıcı bir tartışma değildir. Aksine Alevilik üzerinde konuşarak farklı siyasi mühendislik hesaplarına katkı yapıldığı izlenimi doğurmaktadır. Sorunlar çözüme kavuşturulmak için konuşulur. Yoksa sorunları konuşarak toplumsal bir yara oluşturularak derinleştirilmez.
“DİYANET’İN KİLİSE GİBİ OTORİTESİ YOKTUR“
Diyanet’in kilise gibi dini kutsal bir otoritesi yoktur. Hiçbir kişiyi ve toplumu dinin dışına itme hakkı da yoktur. Kendisini İslam’ın içinde görerek inancını yaşamak isteyen herkes muhteremdir.
Özellikle İslam’ın, herhangi bir inanç grubunun dinin doğuşundan 14 asır sonra yeni bir teolojik statü araması doğru değildir. Bu teolojik statüyü de diyanet üzerinden aramak doğru değildir. Çünkü İslam dini, hiçbir şahsa ve hiçbir kuruma herhangi bir müessesenin teolojik statüsünü belirleme hak ve selahiyetini tanımamıştır. Sorunlarımızı yasal engelleri ortadan kaldırmak, özgürlükleri çoğaltmak üzerinden çözmek varken yeni teolojik statüler aramak ve söz konusu teolojik statüleri de asla böyle bir yetkisi olmayan Diyanet kurumu üzerinden tartışmak doğru değildir. İslam dini teolojik statü belirleme yetkisini ne bir şahsa, ne bir kuruma vermiştir. Alevilik konusu bu açıdan hepimizin ortak konusu, ortak sorunudur. Türkiye’de yaşayan herkes bu konuda çok daha özenli. Çok daha dikkatli bir dil ve üslup kullanmak durumundadır. Bu açıdan herkesin, başta diyanet olmak üzere, kendisine yönelik bir öz eleştiri yapmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.”